ALMANYA’DA KÜLTÜR, SANAT DÜNYAMIZ

Sene 1969, bir sonbahar akşamı kapının zili çaldı açtığımda karşıma, Celal çıktı. Celal, ağır siklet boksörümüzdü, onun maçlarını gururla izlerdik. Teknik yönü çok zayıf ama alimallah onun yumruğunu bir defa yiyen rakibi yerinden bir daha kalkamazdı. O sevimli insanla da kimse antraman yapmaz, başına geleceğini bilirdi.

Celal, „İsmail yeni bir ev tuttum badana boyasını yaptım ama ışıkları bir türlü yanmıyor, şuna bir bakarmısın“ dedi. Bende tabi diyerek onun arabasına bindik, tuttuğu eve gittik. Eve vardığımda akşam karanlığı çökmüş o yüzden ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum. Elektrik anahtarları var ama ışık yanmıyor. Celal´den cep lambası varmı diye sordum yoktu. Cebimde çakmağı çıkardım ne görüyüm, Celal bütün kabloları teker teker ayırmış. Fazla sürmedi kontrol yapana kadar çakmaktaki benzin bitti ve yine karanlıkta kaldık. Kibrit ışığında zoraki sade bir lambayı bağlayabildim ve geri kalanı birgün sonra yapma sözü verdikten sonra beni eve götürmesini rica ettim. Yolda giderken Celal, „Eğer yapamasaydın seni dövecektim“ dedi… „Niye“ diye sorduğumda, „Bu kadar mektep çiğnemişsin, mühendissin bu işi becermesen niye okudun“ dedi.

Almanya´da 3 milyonun üzerinde insanımız var. Burada fazla sinema, tiyatro, opera, müze, sergi gezmez kültürel hayata karışanımızın sayısı çok cüzzidir. Derneklerimiz çoğu sanatçısını Türkiye´den getirir, kendi aralarında kalır. Kültür ve dayanışma derneklerimizin sayısı sade Ren Eyaletinde 3000 üzerindedir. Kendimiz çalar kendimiz oynarız, gerçekler çok acı bunu dile getirenimiz bile yok, acı değilmi?

Örneğin burada on yıllarca yaşayan bir sanatçı bundan önceki yazımda,“ AVRUPA’DA SANAT PAZARI DENEN ŞEY NEDİR“ burada ki saydığım kuralları bilmez ki buranın kültür ganimetlerinden faydalansın. Sormaz, öğrenmezde… Yazarlarımız Türkiye için yazar, ressamlarımız Türkiye için resim yapar, müzik dalında da öyle. O sebeple dernekler sanatçısını Türkiye´den getirir ve getirdiği sanatçıya da az bir para vererek kültür çalışması yapıyoruz diye çalım atar.

Niçin böyleyiz diye kendimize sormamıza bile gerek yok, bunlar organize edecek kurumların görevi diyeceğiz ama bu kurumlar nerede? Örneğin: „Kültür Ateşelerimiz,“ onların görevi ne diye sormak gerekmezmi. Son yıllarda sade kültür konusu, „DİN ELDEN GİDİYOR“ programının dışına çıkmıyor ve sade çalışmalarını burada ikinci bir Türkiye yaratma bazında emek veriyorlar. Bu yüzden de bulunduğumuz toplumda uyum sağlayamıyor ve hatta dışlanıyoruz… Son yıllardaki ayrımcı mezhep sorunları ve dolaysıyla ayrımcı parti politikaları buraya bire bir taşındı, ne yazık kutuplaşmanın sorunlarını burada da yaşıyoruz.

Buradan hiç şaşırmayalım, eğer Türkiye´de yapılan seçimlerde buradan gelen oyların yüzde 75 oranıyla ‚FAŞİZMİ‘ seçiyor ve burada sosyal demokratları tercih ediyor ise o sosyal kültürü olmayan politikacılarımızında kabahatı. Devletinin en büyük temsilcisi, „Büyükelcisi´ne“ basının açık kamaraları karşısında ve bütün dünyanın gözü önünde bir, „Başbakan (ONE MINUTE ÇIKIŞI İLE) birkaç oy daha fazla almak için böyle çıkışlar yaparsa millet ona, „NE ERKEK ADAM bak Büyükelçiye“ Haddini bildirdi diyerek bu hataya düşebiliyor.(#MehmetAliİrtemçelik olayı) malesef kültürel yapılanmamız bu düzeyde gitmekte…

Almanya´da sanatçımız yok demiyeceğim. Yüzlerce yazarımız, ressam, heykeltraş, müzisyen, balle, opera, sinama oyuncumuz, kaberetist, spor, kültür ve sanatın çoğu dallarda emek veren yeni bir nesil yetişti. Bu yukarıda saydığımız dallarda en büyük sorunu, görsel sanatlarda (Resim, Heykel, Grafik) ve yazar arkadaşlarımızda yaşıyoruz. Görsel sanatlarda birinci nesilden, Avrupa Sanat Tarihi´nde kendinden bahsettiren sade 4 sanatçı yetiştirdik. Birinci, ikinci ve üçüncü nesilden ise çevresinde isim yapmış yüze yakın sanatçımız oldu. Bu sayılar az Almanya düzeyinde az olmasına rağmen bu başarıyıda kabulleniyorum.

Tabi bunun çeşitli sebepleri var. En büyük etkenlerden biri, sanatçının yaşam sorunu yüzünden biraz daha fazla kazanmak için Türkiye´ye dönük çalışmaları ve sanat pazarının kurallarını bilmemeleri. Sanatta da politik akımlara kapılmak, düğünde seyranda bir de sanatçımız var diye toplumumuzun sanatçısını kullanarak eğlence gecelerinin pareleline sanatçılara giriş kapılarında astırdıkları üç beş resimin o sanatçıya ne kadar zarar verdiğini bilmemesi ve hatta sanatçının bile bu konuyu bilmemesi de tabi üstüne ceba. Eğer böyle bir teklifi reddederseniz sizi, „Burnu Büyüklükle“ suçlayan bir toplumuz biz. O hareketimizin başarı göstermiş bir sanatçıyı bir anda çıktığı zirveden aşağıya düşüreceğini hiç tahmin etmeyiz…

Almanyada Müzik eğtimi görmüş ve Viyana Devlet Senfoni Orkestrası´na solo çelist olarak başlamış bir gencimizin Düsseldorf´da, ATİAD: (ALMANYA VE AVRUPA’DAKİ TÜRK İŞADAMLARI DERNEĞİ)

Vereceği bir konsere davet edildim. Genç arkadaşımız konserden sonra sordu: „Hocam konserimizi nasıl buldunuz“ verdiğim cevap sanatçımızın yüzünü kızartı yanımızda derneğin başkanı olduğu için konuşamadı, beni yan tarafa çektikten sonra, „Hocam bu senin yaptığın gırgırı kimse dinlemez, yanına iki tanede Türk müziği koyarsan senden 1000 Marklık CD alırız“ dediklerini anlattı. Bir yıl sonra aynı CD yi Değerli Suna Kıraç hanıma hediye ediyor ve bir 185 bin Dolar karşılığında Stradivari Keman satın alacak aceba sponzor olabilirmi diye soruyor. Sayın Suna Kıraç´ın cevabı; „Tabi bir şartla eğer bu CD yi tamamen imha eder ve yeni bir CD hazırklamaya söz verirsen“ oluyor…

Gencimiz telefon etti ve düşüncelerimi açıkca söylediğim için teşekkür etti. İşte Almanya´da yaşayan, Türkiyelili iş adamlarımız ile Türkiye’de yaşayan iş adamlarımız arasında kültüre verilen değerin anlatımı bu diyeceğim.

Konu yazına gelince burada yapılan onlarca hatanın nasıl sıralayacağımı bilmem nasıl anlatıyım… Birinci nesilden az da olsa iyi kişiler Almanya yayın çevresine girdi. Yüksel Pazarkaya, Aras Ören, Habip Bektaş, Şinasi Dikmen, Levent Aktoprak, Özgür Tüfekçi, Akif Prinçci Almanca yazan yazarlarımızdan bunlar (ismini saymadığım bunlardan başkalarıda varsa bağışlasınlar) en önde gelenleridir. İkinci nesilden ise çok önemli genç bir kuşak çıkmakta. Eserlerini sade Almanca yazıyor ve geçimini bundan sağlıyor. Bilmiyorum bu gençlerimiz, Türkiye´de tanınıyormu, eserleri Türkçeye tercüme edildi mi?

Almanya´da yaşayıpta Türkiye için yazan yazarlarımızın sorunları çok büyük. Bilmiyorum bu yazarlarımızın eserleri ülkemizde ne kadar ilgi görüyor. Bazıları 15-20 kitap bastırmış ama parasını basmış kendi yayınlamış. Toplantı toplantı gezip, masa açıp kitaplarını kendi satan yazarlarımız. Yarım asır burada yaşadığı ve öğretmenlik yaptığı halde Almanca öğrenmemiş yazarlarımız. Tercüme işlemlerinin pahalılığı yüzünden lise dengesinde ki çocuklarına tercüme yaptırıp Almanca´da baskı yapıp kendi hesaplarına yayınlayan yazarlarımız… İste burada akan sular duruyor… Bir yazar öğretmenimiz bir gün Alevilik/Kızılbaşlık üzerine yazdığı üç kitabını getirdi, hem Almanca hemde Türkçe yayınlamış. Neredeyse keşke yazmasaydın diyecektim…

Umarım günün birinde bizde Almanya, Fransa, Hollanda ve bütün batı gibi kültür ve sanatta belli bir seviyeye ulaşırız. Tabi bunun için daha bir fırın ekmek yememiz lazım.

İsmail Çoban.

About the author

Related