GÜLEYİM Mİ, AĞLAYIM MI?

Bazen kötü yada gülünç anılarımı tazeliyorsunuz.

Seneler önce, Kunsthalle Recklinghausen’da bir resmi sergimin açılış merasiminde arkada, giriş kapısı önünde bir gürültü koptu, iki genç insan neredeyse yumruk yumruğa birbirine girecek. 

Koşarak onların aralarına girmeye gittim tabi bunu gören sergi konuşmacısı, zamanın Bochum Müzesi Müdürü, Dr Pter Spielmann takiben sahneden indi ve koşarak geldi, dinledik.

Bu iki delikanlıdan biri, „ Ağabey bu sana Kürd diyor“ ötekide, „Türk“ diyor dedi. Tabi biz güldük bu iki horozlanan gencimizi sakinleştirdik yerlerine oturdular.

Dr. Pter Spielmann, onları sakinleştirirken, „Yahu çocuklar ben Yahudiyim, İsmail Çoban, Yahudi, Çingene, Alevi, Sünni, Kürd, Türk, Ermeni, Yunan, Alman, siz ne yazık hiç birşey olamamısınız“ sözlerini kullanarak onları susturmuştu. Bu sözler hiç kulağımdan çıkmaz. 

Birinci oğlumun doğduğunda 48 yaşımdaydım. Sevincimi paylaşmak için 150 adet gravür bastım ve dostlarıma gönderdim. 

Zamanın TC Büyükelçiliğinden bir telefon geldi, siz büyükelçimize özel bir mektup göndermişsiniz bunu tastiklermisiniz dediklerinde, „evet“ diye cevapladım. 

Zamanın Bonn büyükelçimiz sanat sever kişilikti, resim de yapar. Sanatçılarında çok derdine dava oldu yardım etti, exilde yaşayan çoğu aydın ve sanatçının tekrar sevdikleri ülkelerine dönmesini sağladı. Ama korktukları şey, o günlerde önemli kişilere, zehir içerikli mektuplar gönderiyorlar ve bizim diplomatlarımızda gelen mektupları kontrolden geçmeden, büyükelçimize verilmemesine karar vermişler.

Aradan 5 dakika geçmeden büyükelçimiz beni aradı teşekkür ettikten sonra, „Yahu İsmail geliyimde şu kuyruklu Kürd’ün kuyruğunu keselim“ diye bir şaka yolayı vermesin mi… Tabi ikimizde güldük…. Bende bu şakanın altında kalırmıyım, „Sayın büyükelçikmiz, çocuk doğduğunda sırtına baktım kuyruğu görmedim ama ön tarafta küçücük bi şey var sallanıyor, onuda kesmemize değmez. Tabağa koysak ne siz nede ben doyarım“ dedim ve ekledim, „Çocuğun annesi Polanya Alman melezi, babası Kürd Türk melezi, bunların hepsini hesaplarsak çocuk yalnız sekizde biri (1/8) Kürd“ diye cevapladım.

Son günlerde sosyal medyada karşılıklı olağanüstü çirkin bir linç kampanyası dolaşıyor. Doğrusu çok üzüldüm. 

Tarafları iyi tanıyorum, yazar arkadaşımızın sosyal anlayışı, kadın haklarına saygısı ve dobralığı bir sürü insanın taktirlerine şayan. İkinci taraf ise çok sevdiğim yarım asırdan daha uzun tanıdığım, saygı duyduğum, ömrünü haksızlıklara vermiş ve fakir toplumunun inasanca yaşanmasına adamış değerli bir yazarımızın ailesi… 

Bu üzücü çatışmaya birde hakkı istismar edilen karşı, „Alevi“toplumunun temsilcisi  bir örgütümüz katılıyor, taraf tutuyor ve „O zaten yarım Alevi“ diye ayırım yapıyor. (Bu tabi örgütün yönetiminde görevli birinin şahsi görüşüde olabilir)  Bilmiyorum, üzülmemek elden gelir mi? Benim düşüncelerime göre bu kurumumuzun araya girip, „Arkadaşlar neyi paylaşamıyorsunuz, burada bir hukuksal suçlama var, ancak buna kanunlar karar verir, bu suçlama delil ister hukuksal isbatlayın, Alevi inancımıza /toplumumuza zarar veriyorsunuz susun“ demesi gerekmez mi?

Yukarıda verdiğim iki örnekten, Dr. Spilmann ve büyükelçimizin şakada olsa tutumlarına saygıyla göstersek de insan olmayı öğrensek, karşılıklı hatalarımızı kabul etsek, alçak gönüllü olmayı öğrensek, özür dilesek iyi olmaz mı? „İnsanım demek kabahat mı“

İsmail Çoban

About the author

Related