İLETİŞİMDE CİNSİYET FARKLILIKLARI

İnsan yavrusu dünyaya dişi ve erkek olarak gelir.
Toplumsal beklentiler doğrultusunda da kadın ve erkek olmayı öğrenir.
Bir başka deyişle, biyolojik cinsiyetlerimize içine doğduğumuz kültür anlam yükler.
İşte bu kültürel olarak kurulan kadınlık ve erkeklik fenomenine toplumsal cinsiyet diyoruz.

Toplumsal cinsiyet kavramı, insanı sadece dişi ve erkek olarak ayırmaz, daha farklı ve kapsamlı olarak, kadın ve erkek arasındaki toplumsal, kültürel, ekonomik, politik, davranışsal tüm farklılıkları içerir.

Bu farklılıklar doğumdan itibaren, egemen ideoloji tarafından güçlendirilmekte ve bu yolla etkili bir toplumsal ve devletsel denetim sağlanır.

Buna rağmen toplumsal cinsiyet kavramı durağan değildir. Toplumsal değişimlerle birlikte toplumsal cinsiyet kavramı da büyük ölçüde değişkenlik gösterir yani evrim geçirir, dönüşüme uğrar.
toplumsal değerlere baktığımızda kadın ve erkekten çok farklı beklentilerin olduğunu görürüz.Türkiye’ de toplum, geleneksel yapısını koruma eğilimindedir.
Hatta birçok konuda ileriye değil geriye dönüşmektedir.
Kadınların çoğunluğu ailede, toplumda ve ekonomide erkek egemen kurumların dayattığı koşullara göre hareket etmek ve pek çok geleneksel, hukuki zorluklarla ve ayrımcılıklarla mücadele etmek zorundadır.
Türkiye toplumu, otoriter ve ataerkildir. Ataerkilliğinin yanısıra, nesiller arası ve cinsiyet rol hiyerarşisiyle kurulmuş bir toplum düzenidir.

Kadınlardan;
Yumuşaklık, uyumluluk, güçsüzlük, kabullenicilik, kararsızlık, başarı peşinde olmamak, bağımlı olmak, çaresizlik, edilgen olmaları beklenir…

Erkeklerden;
Sertlik, hükmedicilik, güçlülük, yargılayıcılık, kararlılık, başarı, bağımsızlık, hırslı olmak, çözüm getirici, etkin olmak gibi özellikler beklenir…

Konuşma, iletişimde önemli bir faktördür. Konuşma eylemi gerçekleşirken kadın ve erkeklerin iletişim biçimleri farklılıklar gösterir.

Kadınlar;
Yumuşak ses tonuyla konuşur.
Konuşurken vurgu yapmak için ses perdesini değiştirir.
Daha duygusal vurgular yaparlar. Beş ses tonu kullanırlar.
Erkeklere göre daha az söz keserler ve kendilerinin sözlerinin kesilmesine daha fazla izin verirler.
Kendileri hakkında daha çok bilgi verme eğilimindedirler.
Dolaylı yoldan suçlayıcı konuşurlar. Ses tonuyla suçlamayı vurgularlar. Örneğin, ‘Aramadın?’
Bir konu hakkında dolaylı ifadeler kullanırlar.
Kuvvetlendirici sözcükler kullanırlar; ‘çok iyi’, ‘en çok’, ‘gerçekten güzel’ gibi…
Onay bekleyen cümleleri kullanırlar; ‘Güzel bir gün değil mi?’ gibi..
Bağlaç çok kullanırlar; ‘bu arada’, ‘öte yandan’ gibi…
Konuşmayı canlandırmak için de daha çok soru sorarlar…

Erkekler;
Genelde yüksek sesle konuşur.
Vurgu yapmak için seslerini yükseltir.
Konuşmaları monotondur. Üç ses tonu kullanırlar.
Başkalarının sözlerini kesme eğilimindedirler.
Sözlerinin kesilmesine daha az izin verirler.
Kendileri hakkında daha az bilgi verirler..
Doğrudan suçlayıcı konuşurlar.’Aramadın!’
Bir konu hakkında doğrudan ifadeler kullanırlar.
Daha az kuvvetlendirici sözcüklere başvururlar.
Deklare edici cümle kuruluşlarını yeğlerler. Örneğin, ‘Güzel bir gün!’
Konu değiştirirken daha çok ünlem, nida kullanırlar. Örneğin, Aaaa bak! Hey! gibi
Konuşmayı canlandırmak için daha az soru sorma eğilimindedirler.

Kadın ve erkeklerde sözsüz iletişimde davranış farklılıkları

Kadınlar;
Karşı cinsle iletişim halindeyken aşağı doğru bakışlara eğilimlidir.
Daha fazla gülümser.
Karşı cinsle iletişim halindeyken baş eğik durur.
Yönlendirici değildir.
Daha olumlu jestlere sahiptir.
Daha az alan kaplar.
Erkeğin alanının dışında durur.
Teması kabullenir.
Beden küçültme eğilimi gösterir.
Bacaklar bitişik oturur ve durur.
Ellerini yanda ya da kucakta tutar.

Erkekler;
Karşı cinsle iletişim halindeyken gözlerini dikerek bakma eğilimindedir.
Genellikle sert bakışlıdırlar.
Karşı cinsle iletişim halindeyken başını çoğunlukla dik tutar.
Yönlendiricidir.
Daha az olumlu jestlere sahiptir.
Daha geniş alan kaplar.
Kadının alanının içine girer.
Temastan kaçınır.
Bedenini dik tutarak kendini büyük gösterme eğilimi gösterir.
Bacakları ayrık oturur ve durur.
Ellerini kalçalarda tutma eğilimi gösterir.

Sağlıklı bir iletişim kurabilmek için öncelikle kendimizi tanımalıyız!
Kendimizi iyi tanırsak eksi ve artılarımızla, başkasını da tanımaya ve anlamaya açık oluruz.
Her birimizin içinde bir bebek, bir küçük çocuk, bir okul öncesi çocuk, okul çocuğu ve bir ergen vardır.
İnsanın gelişme aşamaları; Bebeklik, Küçük çocukluk, Okul öncesi, Okul çağı, Ergenlik ve Yetişkinliktir…
Bunlar, olayları tıpkı çocukken bizim düşündüğümüz biçimde yaşar ve algılarlar. İçimizdeki ergen de ergenlikte düşündüğümüz gibi düşünüp hisseder.
Bir zamanki çocukluğumuzun duygu, düşünce ve arzulardan oluşan bütün enerji hali olarak içimizde yaşar.
Eğer gelişme çağında güven gereksinmelerimiz karşılanmamışsa, her gelişme aşamasında biriken enerji bloke edilmiştir. Bu bloke edilen enerji çoğunlukla engellenen duygulardan oluşur.
Bebeklikte en büyük duygusal gereksinme güvendir. Eğer bu gereksinme karşılanmazsa, insan bir sonraki aşamaya yaralanmış biçimde geçer. Temel güven olmadan küçük çocukluk döneminde anneden ayrılmak ve kendi başına deneyimler yaşamak çok daha zor olur.
Yaşamın ilerki dönemlerinde kişi yeni bir durumla her karşılaşmada bebeklik döneminin sorunları yeniden gündeme gelir.
Örneğin, bebeklik döneminde hepimizin dokunulmaya ve bakılmaya ihtiyacı vardı.Sıcaklık ve birisine güven duyma gereksinimi içindeydik;
‘Dünyaya hoş geldin!’
‘Doğduğun için çok seviniyorum.’
‘Hep senin yanında olacağım.’
‘Gereksinmelerini karşılarken aceleye getirmeyeceğim.’
‘Kız olduğuna / oğlan olduğuna seviniyorum.’
‘Seni olduğun gibi kabul ediyorum.’
‘Seninle ilgili her türlü sorumluluğu kabul ediyorum.’ Gibi sözler duymaya, hissetmeye ihtiyacımız vardı.

Öneri; Her yetişkin çocuğun günde birkaç dakikasını ayırıp kendi eşsiz iç çocukla bağlantı kursun.
Herkes cüzdanına ya da masasının üzerinde kendi çocukluğunun bir fotoğrafını bulundursun.
İsyan halinde iken, aşırı kuşkucu iken, bu çocukluk fotoğrafınıza bakın ve içinizdeki korkmuş çocukla konuşun.
Bunun size ne kadar büyük yardımı olduğunu zamanla görebilirsiniz.

Hepimizin çocukları var, bugün belki onlar birer yetişkin. Onların çocukluğunu anımsadığımızda okul öncesi ve okul çağında problemleri olduğunda eğitimci ve öğretmenler biz anne-babaları çağırmıştır.
Bizi tanımışlar ve çocukla ilgili problemi konuşmuşlardır. Çünkü aile bir sistemdir. Çocuk da bu sistemin bir parçasıdır. Yani çocukta bir problem olduğunda önce ailenin bütününe bakmak gerekir. Çocukluktaki güven gereksinimlerinin tatmin edilmemesi yetişkin çocuk sorunu olarak nitelendirilebilir.
Benliğimizi güçlendirmek için öncelikle Aile Büyüsü’ nü (Aileye bağımlılığı, bağlılığı değil!) bozmak gerekir.

İnsanın benliği güçlendikçe yaşamdaki sorunlar daha az tehdit edici olur. Sorunların üstesinden gelebilmek, başarmak için iç kaynaklarımız sağlam olur. Artık benliğimiz kendini aşma aşamasına gelmiştir. İnsanın kendini aşabilmesi aslında bir iç yolculuktur. Bu yolculuğu yapmadan gerçekten kendimizi tanımanın, bilmenin hiçbir yolu yoktur.

Varlığımız, benliğimiz aile rollerinin ve kültürel cinsiyet rollerinin ötesinde bir yerlerdedir.
Gerçek benliğimiz dışardan görülemez. Varlığımız, benliğimiz yalnızca iç yaşamımızın sessizliğinde keşfedilebilir.
Bir kişiyi bir buz dağı gibi düşünün!
Bu buz dağının bize sadece %20 si olan Yetişkinlik Çağı yansır.
Diğer % 80 lik kısmı Ergenlik, Okul Çağı, Okul Öncesi, Küçük Çocuk, Bebeklik Çağı’nı bilemeyiz.

Hepimiz erken bebekliğimizde başlayan Hipnoz- sonrası Büyü’ nün etkisi altındayız.
Bu Büyü’ nün belli başlı öğeleri, aile kökenimizden ve içinde doğduğumuz kültürden gelmekte ve bilinç dışı işlemektedir.
İnsanın gerçek benliğini bulması, yaşamını oldukça farklı bir açıdan görmesi demektir.
İnsanın bağımlı yaşam biçimi, kurtuluşun kendi benliğinin dışında bir şeyde yattığı inancına dayanmaktadır.
Birlik Bilinci, benliğin dışında, insanı mutlu edebilecek hiçbir şeyin olmadığını söyler.
Mutluluğumuz içimizde, yani iç dünyamızdadır!

Kadın, erkek, eş ilişkisine gelince; kendi iç dünyasını keşfetmiş, kendisiyle barışık iki mutlu insanın birlikteliğinde sorunlar çözülebilir.

Kadın-Erkek ya da eş ilişkilerinde;
Kadının beklentileri olduğu gibi erkeğin de beklentileri vardır.
Kadın, erkeğin beklentilerini gerçekleştirmek için dünyaya gelmediği gibi, erkek de, kadının beklentilerini gerçekleştirmek için dünyaya gelmez. Kadın farklı bir kişiliktir. Erkek de farklı bir kişiliktir.
Her ikisi bir rastlantıyla birbirini bulur ve birbirine uyum sağlamaya çalışır.
Başarabilirlerse eğer, ne mutlu bu kadın ve erkeğe…

Başarabilmek için; ‘Ben’, ‘Sen’ olarak birbirlerinin içinde kaybolmadan, birbirlerine ‘Ben merkezci’ davranmadan ‘Biz’ olabilmektir!..

 

Yüksel Yenice Çağlar

 

About the author

Related