KADININ AİLEDEKİ VE TOPLUMDAKİ YERİ

Kadınları erkeklere bağımlı ve „ikinci sınıf“ olarak gören önyargıların ve uygulamaların egemen olduğu toplumlar ve devlet yapıları olduğu sürece kadınların bu eşitsizlikten kurtulma olanağı yoktur!
En iyi bildiğimiz, yaşadığımız ve derinden hissettiğimiz Türkiye toplumunda kadınların durumuna baktığımızda, „Kadınların Kurtuluşu“ için verilen mücadelede başarılarının ne kadar sınırlı olduğunu görüyoruz.
Çünkü, ülke kadınlarımızın aşması gereken engeller batı ülkeleri toplumlarına göre öyle çok ki!
Tüm bu engellere, yüzlerce yıllık önyargılara, eşitsiz olanaklara rağmen toplumun eşit bir üyesi olması için hiçbir eksiğinin olmadığını, hatta fazlalığının olduğunu kanıtlayan ve bunun daha geniş kadın yığınlarını kapsaması için uğraş veren kadınların sayısı ne yazık ki yeterli değildir.
Çoğu yerde ülke nüfusunun yarısını oluşturan kadınların bu eşitsiz durumları toplumların genelini ilgilendirmediği gibi, henüz İNSAN OLMANIN, KADIN OLMANIN BİLİNCİ ne varamamış birçok kadın tarafından da görülmüyor.
Oysa, gelecek kuşakların ve toplumsal değerlerin yaratılmasında kadınların belirleyici rolü oldukça büyüktür.
Ne yazık ki, kadınlarımız Erkek Egemen Toplum ve Erkek Egemen Devletin kendilerine vermiş olduğu „İyi, uysal eş“, „İyi ev kadını“, „Kutsal ana“ olmak gibi toplumsal rolleri, BİYOLOJİK ALIN YAZISI‘ olarak görüp sorgulamamaktadır.
Kendilerine verilen bu rollerin bir alın yazısı olmadığını sorgulayabildikleri, nedenlerini görebildikleri zaman , kendilerine verilen rollerin mutlak olmadığını anlayıp, erkeğin de ayni ev işlerini, çocuk bakımı ve eğitimini paylaşması (yardımcı olması değil!) gerektiğinin bilincine varıp değiştirebileceklerine inandıklarında, toplumsal yaşamın her alanında mücadelede bugünkü eşitsiz durumdan farklı hem ailede, hem toplumda, hem de ekonomik ve politik alanda eşit roller üstlenebileceklerdir.
Günümüzde halen yüksek öğrenim görmüş birçok gençkız ve kadın geleceğe bakarken, önce evlenmeyi, iyi bir eş olmayı ve çocuk dünyaya getirmeyi hedefliyor.
Öncelikle, „KADIN OLMA“ görevlerinin ve varlık nedenlerinin bu olduğuna ve toplumda ancak o zaman bir yer kazanabileceğini düşünüyor.
Birçok kadın için iş yaşamı geçici görülüyor. Bu geçicilik „Eş olmak“, „Ev kadını olmak“ ve „Anne olmak“ konumlarıyla sıkı sıkıya bağımlıdır. Anne olduğunda ailede istese de, istemese de işi bırakan taraf çocuğun bakımı ve eğitimi için kendisi oluyor. Üstelik, “Neden ben?” diye sormadan/soramadan.
Kadınlar öncelikle, kendi kafalarındaki KADINLIK DURUMLARI nı ve İNSAN OLMA DURUMLARINI sorgulamalı diye düşünüyorum..
Kadınlar, “Erkek Egemen Değerler” denilen toplumsal, dinsel ve devletsel değerleri değiştirmek ve yeni baştan İNSANİ DEĞERLER yaratmak zorundadırlar.
Kadınlar, cins olarak farklılığın doğallığının, ancak gelişim farklılığının doğadan değil, iki cinse verilen farklı eğitim ve bakış açısından kaynaklandığının bilincine varması gerekiyor.
Birçok kadın, kız ve erkek çocuklar dünyaya getirip onların bakım ve eğitimleriyle en yakın ilgilenenler olarak daha doğuştan ayrımcılık yaparak öncelikle İNSAN olarak değil de, Kız-Erkek rolleriyle eğittiğinin, kadını “ikinci sınıf insan” olmasını yeniden ürettiğinin farkında değildir.
Kadın, öncelikle ilk sömürünün gerçekleştiği alanda ev içinde, aile içinde mücadelesini vermeli.
Yani kendi özel alanında, o “Kutsal Aile”, “Aile İdeolojisi” içinde!….
Kadınların durumu irdelenirken, aileden, toplumdan, devlet yapısından, dinden, örf ve adetlerden soyutlayarak ele alınamaz..
Aileden başlarsak;
– birlikte yaşama,
– evlilik, kadın ile erkek arasındaki güç ilişkileri,
– yetişkinlerler çocuklar arasındaki güç ilişkileri,
– ev içi emeği,
– cinsellik, cinsel ilişkiler,
– otorite, bağımlılık,
– hizmet tanımları,
– ekonomik ilişkiler
Bunların hepsi de aile tanımında ve kadının ailedeki ve toplumdaki yeri konusunda açık veya gizli biçimde önemli bir yer tutmaktadır. “Aile” kavramı bir ideolojidir.
Erk kimin elindeyse “Aile İdeolojisi”öyle geliştirilir ve uygulanır.
Aile İdeolojisi, var olan sosyal, ekonomik, siyasi ve toplumsal cinsiyetçi sistemleri birarada tutup yasallaştırmada hayati bir rol oynamış ve oynamaktadır.
Bu ideolojiye karşı çıkmak, bütün Devlet Yapısına , Kapitalist sisteme karşı çıkmaktır.
Aile İdeolojisi’ ne karşı çıkmak, insanların aile içinde birbirleriyle ilişki içinde yaşamaktan vazgeçmeleri anlamına gelmez. Aileler, her toplumun hayati ve ayrılmaz birer parçasıdır.
Ama “Aile İdeolojisi” değildir!. “İdeal Aile” diye de bir şey yoktur!..
Günümüzde ailenin bugünkü biçimi Anne-Baba-Çocuklar’ dan oluşan “Yasal Aile” dış dünyanın acımasız koşullarından insanı ezen, hiçe sayan ağırlığından, yalnızlığından kaçıp sığınılabilecek, korunabilecek tek bir alan kurum mudur?
Bir yönüyle elbette doğrudur. Ancak sığınılan bu “Yasal Aile”, “Kutsal Aile” de kadınların ve çocukların Eş/Baba Otoritesi’ ne kayıtsız şartsız boyun eğmeleri beklenmiyor mu?
Bu demokratik olmayan aile yapısı kadınlar ve çocuklar için bir sığınak olabilir mi?
Ailenin, erkek egemenliği otoritesi ve çıkarları doğrultusunda bugünkü biçimi değişmediği sürece kadınların ve çocukların mutlu bir ailede yaşadıkları söylenebilir mi?
Erkek Egemenliği ve otoritesindeki ailede, aile içi kadına yönelik şiddet, tecavüz, psikolojik, sosyal ve ekonomik baskı ve sömürü, eşe mutlak iteat ve hizmet demek değil midir?
Böyle bir aile yapısı“Eşitlikçi, Demokratik Aile” olabilir mi?
Toplumu oluşturan bireyler ve aileler olduğuna göre, Eşitlikçi ve Demokratik olmayan ailelerin oluşturduğu bir toplum “Eşitlikçi ve Demokratik Toplum” olabilir mi?
Şiddetin olmadığı, Barış ve Adaletin olduğu bir Aile ve Toplum ütopik bir hayal değildir.
İnsanların toplumu, toplumların dünyayı etkilemelerinin gerçek ve pratik bir yolu, bu hayallerin gerçekleşmesi için mücadele etmektir!
Geçmişte ve günümüzde faşist iktidarlarda baktığımızda hep erkek egemenliğini görürüz..
Bu iktidarlarda geleneksel cinsiyet rolleri en katı hale getirilerek cinsiyet ayrımcılığı hep şahlandırılmaktadır.
Bir erkek diktatör geliyor, gidiyor, yine yerine bir başkası geliyor.
Konuşulan dil bile sistematik bir biçimde cinsiyetçi/erildir. Bu bir dil kuralı değil, bunları üreten eğitim, adalet, tıp, bürokrasi, din ile ilgili toplumsal kurumlarda erkek varlığına ve gücüne dayalı bir olaydır.
Ailede ve toplumda şiddetten uzak, akılcılık, sevgi, sıcaklık ve yumuşaklığa dayalı bir eğitim toplumu değiştirebilir.
Birarada yaşamanın yeni ve değişik yolları aranmalıdır. Bu arayış, insanların sosyal, ekonomik sorunlarının gerçek sebeplerini görmeye başlamaları ve insanların sosyal, ekonomik ve siyasi haksızlıklara direkt karşı çıkmaya başlamaları anlamına gelir.
“Aile” demokratik, eşitlikçi bir değişimle, evlilik ve çocuk yetiştirme beklentileri, dolayısiyle hayal kırıklıkları azalarak insanların daha mutlu bir ortak yaşam sağlanabilir.
Kadınların sosyal, ekonomik ve politik alanlarda zayıf kalmalarının nedeni; hem de belirleyici nedeninin bu olduğu dikkate alınırsa, mücadele oldukça zor, ama kaçılınılmazdır!..
Kadınlar, öncelikle kendi kendilerinin aşağılanmasını ve erkeklerin yüceltilmesini reddetmek zorundadır. Kadınların durumlarının iyileştirilmesinde ilk atılacak adımlardan biri budur.
Kadınlar adına başkalarının kadınları kurtaracağına inanmak safdillilikten başka birşey değildir.
Sanırım artık “Erkeğin kadını ezdiği”, “Kadının aşağılandığı”, “Kadının toplumun her alanında geri konumda olduğu” yakınmalarından uzaklaşmak gerekir.
Bunlar zaten var olan olgular!…
İnsan hakları söz konusu olduğunda kadınların erkeklerden daha fazla mağdur oldukları görülmektedir. Bireysel, ulusal ve uluslararası sistem düzeylerinde kadınlara yönelik şiddet dünyadaki en yaygın, fakat en az bilinen insan hakları ihlalidir. Örneğin, uluslararası gelişmelerden en çok etkilenen kesim olan kadının şiddete uğraması; dövülmesi, bir insan hakları sorunu olmaktan ziyade kültürel bir gelenek olarak görülmektedir.
‘Erkek Egemen Değerler’ i yalnız erkeklerin değil, kadınların da ürettiğini ve yeniden ürettiğini gözardı edilmemelidir…
KADINLARIN SORUNLARININ İKİ BOYUTU VARDIR!
BİRİNCİSİ; Kadınların kendilerine ilişkin boyutu!
Bu kadınların cins olarak toplumun yarısını oluşturan, üreten, yaratan, topluma birçok biçimde katkıda bulunan bir varlık olarak, KADINLIK BİLİNCİ’ ne herşeyden önce İNSAN OLMA BİLİNCİ’ ne ulaşması gerekiyor.
İKİNCİSİ; Kadınların sorunlarının toplumsal boyutu!
Bu da toplumun demokratik dönüşümü, bireysel hak ve özgürlüklerin alabildiğine gelişimine doğrudan bağlıdır.
Kapitalist sistemlerde iktidarlar genelde ailenin önemli bir bireyi olan kadının üzerine giderek, baskılarını her geçen gün artırmaktadır. Onların korkusu, ‘Aile İdeolojisi’ne yani erkek egemenliğine karşı çıkılıp kadınların demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin hız kazanarak var olan sosyo-ekonomik, siyasi ve patriarkal sistemlerin sorgulanmaya başlanacağındandır.
Demokratik olmayan bir toplumda Kadının Özgürlüğünden söz edilebilir mi!…
Kadınların her iki alanda da en önemli görevi öncelikle kendilerine düşmektedir. Bu görevlerini yerine getirirken, herşeyden önce ÖZGÜVENLERİNİ KAZANMALARI gerekiyor.
ÖZGÜVEN mücadelede başarının ayrılmaz bir parçasıdır. Kadınlarda, istisnalar dışında bu ÖZGÜVEN DUYGUSU’ nun yeterli olmadığını söylemek abartı olmaz sanırım.
Kadınlar, ÖZGÜVEN lerini kazanabilir ve bunda ısrarlı olurlarsa, hem ailede, hem de toplumda hakettikleri yerde olabilir ve toplumun kendilerine bakış açılarını değiştirebilirler.
Ne zaman ki, bir ailede ve toplumda bireyler kendi kararlarını özgür iradeleriyle almaya başlarsa, o aile ve toplum sağlıklı gelişir.
Kadın ve erkeğin, insanı İNSAN yapan, kadını kadınlığından utandırmayan, erkeği de erkekliğiyle övündürmeyen, hepsinin özünde İNSAN olduğunu bilen, anlatan ve uygulayan bir YAŞAM FELSEFESİ kurma mücadelesi verilmesi gerekiyor.
İNSAN OLMA’ nın bir değer olması, erkekçe anlayışların ürünü olan çelişkilerden ve tutarsızlıklardan da kurtululunması için, erkeğin ve kadının kendileriyle barışık, bunalımsız, baskısız, özgür ve İNSANCA YAŞAMA yolunu açmak için her iki cinsin de çaba harcaması gerekir!…
Bu çabalar harcandığı oranda, insanların İNSANLAŞMA SÜRECİ ileriye gidebilir..

Yüksel Yenice-Çağlar

Next article

OKULLAR AÇILIYOR

About the author

Related