KENDİ GÖBEĞİMİZİ KENDİMİZ KESMELİYİZ

1972 senesini yılbaşı mesajında burada yaşıyan Türk Toplumu’na hitaben, büyükelçimiz sayın Halefoğlu radyo yoluyla bir mesaj gönderdi. Mesajında, „2 gencimiz liseyi, 116 gencimiz ortaokulu ve geride kalanların yüzde 60’ı da ilkokulu bitirdi“ dedi. Bu sayı burada yaşayan gençlerimizin sade yüzde 61’ni doldurmadığı için beni isyana zorladı.

Köy Enstütisi geleneğine dayanan, Öğretmen Okulu kökenli bir öğretmen olarak susamadım, bir mektupla cevap vermek zorunda kaldım. Sayın büyükelçimize, bu sayıların utanç verici olduğunu, bunun aksi, „Eğer onbinlerce gencimizden yüzde 10 lise yüzde 30 ortaokul ve geri kalanlarında ilk okulu bitirdiğini duysaydım sevinirdim“ diye yazdığım mektubumu sona bağladım.

İki gün sonra büyükelçiliğimizden bir telefon geldi, telefonun öteki ucundaki küplere binmişti sanki. „Hemen yarın büyükelçiliğimize geleceksin“ diye emrediyordu, sayın Halefoğlu’nun emriymiş.

Telefon eden görevliye, sakince, köylü çocuğu olduğumu, babamın okuma yazma bilmediğini, benim ise „Ögretmen Okulu“ kökenli olmakla beraber sanat dalında emek verdiğimi anlattıktan sonra, „Biz bu cahil dediğimiz köylünün çocuklarıyız, çatalla kaşıkla yemek yemesini bile öğrendik, saygının ne olduğunu da biliriz ama benim sayın büyükelçimize verecek hesabım yok. Zaten beni vatandaşlıktanda attınız, pasaportuma el koydunuz eğer benim kültürel çalışmalarımdan, bilgilerimden faydalanmak istiyorsanız, yardıma herzaman hazırım ama büyükelçiliğimize gelmeceğim, ayrıca ben size gelirsem sade beni tanırsınız eğer siz bana gelirseniz ne işle uğraştığım düzeyinde bilginiz olur, canı gönülden sizi davet ediyorum“ diye sözlerimi sona bağladım.

Neredeyse Almanya’ya gelişimizin 60. yılını kutlayacağız, sorunlar aynı şekilde devam ediyor. Geldiğimiz yıllarda burada kalmayı düşünmüyorduk ama öyle bir gerçeği kabullendik ki burayı artık vatan seçtik. Bu ara bir şeyi daha anlatayım, 70 li yılların başından bu yana da çocuklarımızın eğtimi için fahri olarak emek verdim. Vatandaşlarımızın çoğunluğu beni sosyal sorunları olunca tanır ama ne iş yaptığımı, yaşamımı ne işten sağladığımı bilmez.

Anadilde eğitim güzel bir şey, kim istemez!

Basından aldığım bilgilere göre tartışma iki yönde yapılıyor. İlkokul´un 4 yıllık döneminde İngilizce yerine Türkçe olsun gibi de deyimler var. Burada bir hata yapıyoruz, gerçek olan şu ki İngilizceyi, Türkçe ile değişirmek çocuklarımız için olumlu bir karar olmaz. 4 yıllık ilkokulu bitiren çocuğumuz, ortaokul yada lise öğreniminde ondan iki sene önde olacak emsalleri ile arayı nasıl kapayacak? Tabi yaşıtları diğer çocukların gösterdiği başarıdan mahrum kalır. Çocuklar başka bir dili ne kadar çabuk öğrenselerde, bu durum çocuklarımızı başarısızlık duygusuna sürükleyebilir.

Tartışmanın ikinci bölümü ise zaten anadilde eğtim veriliyor o bu eğtim liselerde başlıyor yalnız seçmeli. Bu seçmeli kısmının her okulda zorunlu olsun tarafı. Bu öneriyi destekliyorum çünkü, bütün Liselerde seçmeli derslerde batı dilleri ön sırada örneğin: İspanyolca, İtalyanca ve başkalarıda. Tabiki bu seçimi tercih bırakılmış dillerden Türkçe anadili olanlarak resmi yabancı dil listesine niçin alınmasın? Hatta bunu yetkililere gönülden öneririm, Integration politikasında da kültürümüzün, dilimizin kabullenmesinin görmemiz bize güç verir.

Üç oğlum var bu konuyu liseyi daha yeni bitiren küçük oğlumla tartıştık ve bana, „Eğer okuduğum okulumuzda Türkçe seçmeli ders olsaydı, severek Türkçeyi seçerdim“ dedi.Demek istediğini çok iyi anladım… Öğretmen arkadaşlarımızın dokunmadığı bir konu var… Türkler´in getolaştığı semtlerde Türkçe dersleri öğretiliyor ama çoğu Lise ve Lise dengi olan her okullarda malesef bu imkan yok… Bu yönde çalışma yapmayı daha uygun görüyorum. Tabi bu isteği kabullendirmek, Alman sorumlular için büyük bir ekonomik sorun, yeni öğretmenler atamaları gerekir o yönden konuyu ekonomi sorunu yapacak ve reddedecekleri inancındayım.

Ben konuya başka bir yönüylede ele almak istiyorum. 1990 ‚lı yıllardan bu yana evime, atölyeme değerli diplomatlarımız geliryor ve kültürel konular da masaya yatırılıyor, konuşuluyor. Bu konuşmalarımızın birinde, bir büyükelçimizin söylediklerini aynen aktarıyorum.

Türkiye´den kültürel çalışmalarımız için senede ödenek olarak 40 milyon Dolar para gönderiliyor. Bu parayı biz proje karşılığı dini kuruluşlara aktarıyoruz ama sizin dediğiniz gibi eğer kültürel gelişim, dil konularında da kullanabilsek tabiki iyi olur.“ ve devam etti. „Biz bunun hepsini istemiyoruz sade 5 milyonu bu alanda harcansa, Avrupa birliğinin vereceği ek proje yardımlarile çok büyük sorunları çözeriz“ dedi.

Şu sorunumuzu özenle vurgulayacağım, Burada görevli diplomatlarımız bu sorunlarımızı çok iyi biliyor. Sade din eğitimi ile, her mahallede bir cami, devlet destekli Kur-an kursları yine devlet destekli yaz tatilerindeki Türkiye´ye düzenledikleri „İslami Kamplar“ gezileriyle kültürel yapımızı koruyamıyacağımız onlarında bilgileri içinde ama malesef onlarında elleri kolları bağlı. Bugünkü politik yapılanma sade Türkiye´de değil, burada da dindar ve kindar bir nesil yetiştirme emellerinde.

Burada yine son yıllarda Berlin´de görev yapan ve buraya gelişinin üçüncü haftasında beni özel olarak ziyaret eden başka bir büyükelçimiz ile aramızda geçen konuşmamı aktarıyorum: „Siz burada kalmaya karar vermişsiniz, yapacağınız şey buraya uyum sağlamak, buranın kanun ve geleneklerine saygı duymak, verilen imkanlı yerinde kullanarak kendi başınızın çaresine bakmak zorundasınız. Türkiye´den gelecek destek, mevcut idarenin yapılanması içindir. Sizide burada, Din elden gidiyor diye gerici bir eğtime sürüklüyecekler, aldanmayın ve Türkiye´den bir şey beklemeyin.“

Malesef gerçekler benim izlenimlerime görede bu… Bu sorunu Yunanistan, Filistin, ve başka ülkeler ta 70’li yılların başlarında çözdü. Biz hala medet umuyoruz. Önerim; „Kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi bize kaldı“ diyeceğim…

İsmail Çoban

About the author

Related