KÜLTÜR VE SANATTA OLMADIĞINI OLMAK DİYE BİR ŞEY VAR

Sanat öyledir ki, çoğu afeder ama afetmediği bir şey vardır o da, zaman. Herşeyi satın alabilirsiniz, hatta satın almadan bile sahip olabilirsiniz, (kopyalarsınız) o zaman da haksız oluduğunuz günün birinde karşınıza çıkar ve size isyan eder.

Sanatçı olmak için mutlaka okumanız gerekmez, sanat yapmak için ise düşünmeniz gerkir o öğreti değil vergidir, kabiliyettir, felsefedir, düşünmedir.

Ülkemiz Türkiye´de daha sanatın tarihi çok gençtir. Öğrenmemiz gereken şeyler zaten önceden de yapıldığından çoğu sanatçımız batıyı örnek almış, o yönde üretim yapmış ve benim bile demiştir ama zaman insanın idrakı dışında olduğundan, zamanla yapılanın bir çekmeceden çıkarıldığını isbatlamıştır. Buna biraz daha açıklık getirecek olursak sanatta yapılmamış şey kalmadığından yapılması gereken yeni şeyleri yapmak zorunluğundayız.

2018 yılında Frankfurt Kitap Fuarı´nda tahmini 87.400 yeni kitap yayınlanmış ve bunlarında yüzde 30u sanatsal yayınlardır. Büyük antolojik albümler, kişisel sanat katalokları ve bunun yanında sanat yayınları yapan dergilerden ibarettir. Bunun dışında birde Fuar´a gitmeyen yayınlar vardır, müze, galeri ve sanatçıların kendilerinin yayınladığı, „İSDN“ kayıtları yapılmış katalogları. Bunlarında sayıları en az, 1000 baskıdan başlar ve 10.000 baskıya kadar çıkabilir.

Büyük sanat yayınları yapan yayınevleri, Taschen, Bertelsmann, DuMont, ParkLand, Herder, gibi daha bir çok yayınevi baskı sayısını en az 100 bin üzerinde tutarlar ve baskılarını ucuza malettikleri yayınların sürümünden kazanırlar. Örneğin: „Taschen Verlag“ iki cilt Pablo Picasso albümü bastırmış, tahmini 1400 sayfa ve ikiside ciltli. Baskı Almanca, Fransızca, İngilizce, Hollanda ve İtalyan dillerinde basılmıştır ve her dilde 2 milyon adet basılmıştır. Ayrıca telif hakları 48 defa satılmış ve başka dillerde de basılmıştır. O yüzden biz bir bu iki cilt Picasso Albümü´nü, 49 Euro´ya alabiliyoruz. Bu pazarlama bütün diğer klasik, modern klasik ve Modern Art (günümüzün sanatçıları) içinde geçerlidir. O yönden sade benim kütüphanemde satın alabildiğim 1000 üzerinde sanatsal yayın var. Üzülerek söyleyeceğim bu yayınlar içinde Türkiyeden ne bir klasik ve nede günümüzün sanatçısı var.

Bu yöntem (çok basılıpta sürümden kazanma) edebiyatta, bilimsel, yarı bilimsel, roman, hikaye ve şiirde de uygulanır. Örneğin: Yaşar Kemal´in, „İnce Memed“ Roman´ı, Bertelsmann Yayınları´nda ilk baskı 100 bin adet basılış ve kısa zamanda da satılmıştır…

Birde 82 milyon nüfuslu ülkemizin edebi ve sanatsal yayınlarına göz atalım. Ülkemizde malesef kitap okuma hastalığı (alışkanlığı) yok. Basılan kitapların sayısı ilk yayınında, 5000 adeti geçmez. O da tabi çok tanınmış yazarlar ve sanatçılar için yapılır. İkinci baskı tabi biraz ucuzda olsa kitap fiatları olağan üstü pahalı ve normal şartlarda yaşayan bir kişi kitap almakta zorluk çeker. Buna örnek olarak, Radi Fisch´in, (Toprağı bol olsun) „Bende Bir Şeyh Bedrettinem“ kitabını vereceğim. Radi Fisch´ten sorduğumda, „Türkiye´de 5000 adet basıldı“ dedi. Peki Rusya´da nekadar basıldı dediğimde, „200 bin ama yavaş satıldığı için ne Türkiye´de nede Rusya´da ikinci baskısı malesef yapılmadı dedi… Yani 5000 baskı nerdede 200 bin baskı nerede? Okuma gücümüzü/alışkanlığımızı buradan da hesaplayabilirsiniz…

Peki Türkiye edbiyatçılarının ve sanatçılarının uluslar arası pazara, kültürel yayınlara girememesinin sorunların sebebi ne diyeceksiniz?

Sorunlarımızı şöyle sıralayabiliriz:

Uluslar arası dikkate alınan bir eleştirmenimiz yok. Eski yılarda eleştirmenlerimiz ve sanat, sanatçı hakkında yazanlarımız umumiyetle öğretmen kökenli sanatçılar yada sanat profesörleri idi, güzel hizmetler yaptılar, onları taktir etmemek elde deği, kendilerine teşekkür borçluyuz. Ama yaptıkları yayınlar, yazdıkları kitaplar hem kalite bakımından hemde edebi yönden hiç bir zaman uluslar arası düzeyde olamadı.

Bu eleştirmen ve sanat yazarı ordusuna yeni bir nesil daha karıştı ama yazılarını okuduğumda hayali sükuta uğruyorum. Bu yeni nesil yazarlarımızın, sanat hakkında bilgileri az olduğu gibi, sanatçı hakkında bir fikirleri yok ama internette boy boy yazılmış sanatçı hikayelerini tercüme eder ve kendi kitabıymış gibi yayınlarlar. Bu her sanat tarihi okuyan öğrencinin bile hemen erişeceği ama kopya çektiği için cesaret edemiyeceği bir olaydır. Bu sanat kitapları yazan kişiler, “Ben” le söze başlar ve „Avrupa´da iken“ sözcüğü ile bitirir sözünü… Biktırdılar artık bu kitapları okurken içimdeki okuma sevgisi bile sönüyor diyeceğim.

Örneğin: Bu sanat tarihinde Dr. Arkadaşımız akıllı telefonunun karşısına geçip, Facebook´ta site site dolaşıp eklediği bir Video´ların birinde, „Ben İsviçre´nin Basel şehrinde misafir Profesör iken“ diye başlıyor. Misafir profesörlük nedir? Misafir profesörlük, kendi yaşadığın yerde profesör olursun ve bir üniversiteye sunulan çeşitli proğramlarla davet edilirsin. Ardından o üniversitenin öğretim kadrosunda ders verir isen ona denir. Bu arkadaşımız sanat tarihçisı olarak bir kaç defa ders vermiş ve Türkiye´de misafir profesörlük yaptığından bahsediyor. Almanya´da sanat tarhi okumak büyük bir bağış ama onun da değerini verir gerçeklerden konuşursanız o da büyük onur diyeceğim. Eğer hem Doktora hemde Profesörlük tezi yazmadan (yaptım diye) o ünvanı taşırsanız suçtur.

Bunun arkadaşımızın dışında şu an tanıdığım daha üç tane (tanımadığım olabilir) sanat tarihi okumuş ve Doktora yapmış arkadaşımız var Almanya´da. Bunların ikisi güzel çalışmalarıyla çok başarılı mevkiye sahip, diğer ikisi ise Türkiye´de sanat danışmanlığı, Kuratorlük görevleri yapar biraz kazanır ama Almanya´da da sosyal yardımlara (Hartz 4) dahil oldukları için buradaki ilişkilerini kesmemişlerdir. Bu kişiler, kapısının eşiğinde olan bir sanatçımızı daha ne ziyaret etmiş ne de tanırlar, tanısalar bile inkar ederler. İşte burada yine Radi Fisch´in bir sözü hatırıma geldi kültürel destekler hakkında bir soruma, „Biz bize benziyoruz“ deimşti. Kıskançlık, çekememek, başkasının başarısını kabul etmeme sorunları bizim iliklerimize işlemiş…

Uluslar arası dikkate alınan bir galerimizde yok. Galerilerimiz, pahalı diye fuarlara gitmez, telif hakkı, sanatçı değiş tolkuşu yapmaz, pahalı olduğu için fuarlarda sade resim satmak masraflarını kurtarmaya düşünür, ilişki kurmaz. Uluslar arası ilişkiler sade galeriler tarafından kurulacağından hiç bir fuarda Türkiye çıkışlı sanatçı başka bir ülkeye yönlendirilememiştir.

O yönden Türkiye’de yapılan sanatı kimse tanımaz. Sade Türkiye’de bu meslektaşlarımız, „Meşhur sanatçılar, günümüzün sanatçıları yada hobi bile olsa sanatçı ünvanına kavuşur. Sanatın, sanatçı olmanın sınırı yoktur. Bu kriterler edebiyatta, müzikte ve sahne sanatlarında da malesef da böyledir.

Bu eksiklerimizi nasıl telafi ederiz diye soracak olursanız, bu tür çalışmaların organize gereksinimi var. Önce Kültür Bakanlığı’nı yapılandırmalıyız. Eğtimi öğretimi güçlendirmeliyiz, eğtime kültür ve sanata değer katan kurumları desteklemeliyiz. Cahil bir toplum yaratmak isteyen politikayı naletlemeliyiz aksi taktirde köle olmanın başka kurtuluş yolu yok. Ve her şeyin yaşamımızın „TEK ADAM“ tarafından karar verdiği tutsak bir toplum olmaktan yada tamamen kaybolmayı kabul etmekten başka çaremiz kalmadı.

İsmail Çoban

About the author

Related