KUYU

Gitmek istemiyordu aslında!

Ama öyle eğreti duruyordu ki kendine yuva saydığı o evde, sanki biraz daha kalsa bir toz zerresine dönüşecekti. Hiç olmadığı kadar uzun uzun konuşmalar yapıyordu kendisiyle, yanaklarından süzülen yaşlar, dudağının kıyısına bulaşmış kırık dökük sözcükleri önüne katıyor, ordan süzülerek koynundan yüreğine akıyor, içine karışıyordu yine..

O evde sanki kocaman bir avlunun ortasında, susuzluktan kurumaya yüz tutmuş bir saksı çiçeği gibi duruyor, yağmurdan medet umuyordu. Bir süre daha ruhu çekilmiş gibi, mekanik hareketlerle, dolaştı evin içinde. Her bir yana dağılmış parçalarını toparlaması, biraraya getirmesi gerekiyordu yeniden.

Koridorda duran bavuluna kaydı gözü, ağzı açık, yükünü bekliyordu sanki. Az sonra kucağında birkaç parça giysi ile bavulun başında dikildi. Dağılmış saçlarını topladı bir kez daha ve hızlı bir şekilde elindekileri bavula yerleştirmeye başladı.

Alması gereken ne varsa aldı evden, kitaplarını, CD’lerini, fotoğraflarını, dergilerini, kırık kalbini. Bir yerden gitmek bir yere varmak degildi her zaman, ayrılmaktı daha çok. Önce ayrılmak gerekiyordu varabilmek için bir yere, yeniden dönebilmek için kendine. Bütünleştiğini sandığın o şeyden kendini ayırmak ise kolay değildi, biliyordu.

Beraber olduğu insana benziyordu insan zamanla, uyumlanmak sanıyordu bunu önceleri. Onun alışkanlıklarını,sevdiği ya da sevmediği şeyleri anlamaya çalışıyor, hoşuna gitmese bile sırf o olduğu için, onu sevdiği için, çatışma çıkmasın diye kabul ediyordu. Kabul ettikçe susuyor, sustukça siniyor giderek kayboluyordu kendi içinde. İlkokul yıllarında her sabah okudukları ’Andımız‘ geldi aklına. Sorgusuz sualsiz, varlığını, varlığına armağan etmek, adamak gibiydi sanki..

Bir boşluğu doldurmakla, boşluğun kendisi olmak arasındaki farkı neyle doldurabilir ki insan, orda düşmek yok kalmak var! Coğrafya kitaplarında yazmaz bu ama biliyordu ki en derin uçurum, insanın içindeydi.

Bavulu kapattı, yavaşça doğruldu yerinden. Son bir kez daha baktı etrafına. Bir ıssızlığın içindeydi sanki. Korkmamak için ıslık çalmak geçti içinden ama yapamadı. Sesi soluğu kesilmiş gibiydi. Az sonra bu kapıdan çıkacak, onu defalarca bu eve taşıyan yollara, otobüs duraklarına, istasyonlara vuracaktı kendini. Ceplerini yokladı, bir peçete üzerine yazdığı şiirine rastlayınca, aslında çoktan veda ettiğini de anladı…

‘‘sesin sustuğu yerde unutur insan.

hükmü de biter sözün.

belki bir düşten arta kalan,

biraz hareli,yaralı biraz,

ömrü kadardık bir sızının…‘‘

Kapıyı çekti. 

Önünde kıvrılıp uzayan sokağa baktı önce sonra başını gökyüzüne kaldırdı.

Gökyüzü kapalı olsa bile, güneşin bulutların arkasında olduğunu unutma! dedi içinden.

İnsanın kurdu da yurdu da kendisidir yine…Unutma!

Gözleri şimdi iki kederli kuyu, kirpiklerinin ucuna kıvrılıp, içine sustu…

Gül Yurtsever..

About the author

Related